hesabın var mı? giriş yap

  • ingilizce konusulan diyarlarda lobster olarak bilinen, kabuklu siparis edildiginde yemesi epey zahmetli olan (bence), 19 yuzyilda en cok yakalandigi kesimler olan kuzeydogu amerikada fakir yiyeceginden ote, hapisanlerde mauhkumlara cikarilan, fazlaca yakalandiginda direk cope atilan bir yiyecek olan ama artik pahali sinifidan bir yiyecek sayilan deniz mahsulu...
    yanilmiyorsam hala kuzeydogu ameriakda mahkumlara haftda 2 ya da 3 seferden cok istakoz cikmasini yasak eden bir kanun da bulunmakta...

  • aralarında,kibarca "sanırım cam kenarı benim beyefendi" şeklinde uyarı aldıktan sonra hala "ben cam kenarı istemiştim, cam kenarı benimki olması lazım" şeklinde manasızca inatlaşan cinslerinin de bolca olduğu güruha mensup şahıs.

    o adam cam kenarından kalktıktan ve kendisine ait olan koltuğa geçtikten sonra yolculuğun sinir harbine dönmesi de bonustur.

    uyarmasan "sünepe miyim lan ben, niye hakkım yenilince sesim çıkmıyor benim?" diye kilometrelerce insan kendi içini kemiriyor.
    uyarsan yolculuk boyu yan koltukla ilişkiler ikinci katip düzeyine iniyor.

    ne var be arkadaşım senin olmayan yere hiç oturmasan da sağlıklı psikolojilerimiz yolluğumuz olsa.

  • eskiden yol yapım çalışmalarında rampa güzergahlarını belirlerken eşeklerden faydalanırlarmış, sebebi de eşeklerin %7 eğimin üzerine çıkmamasıymış. vay aq.

    edit: acelem var kosasim yok'un dediğine göre; bu teknik yol yapımında hala kullanılıyor. eğimli ve sert coğrafyalarda eşekler en optimal yol ve eğimden gidiyorlar ve yol da o güzergaha yapılıyor. parkların filan içindeki ara yollar için de hala kullanıyorlar. hatta karayolcular buna "eşekyolu" diyorlarmış. ne eşekmiş arkadaş.

  • uzaydayken olan şeyler. aslında şimdi yazacaklarımı akıl etmek için dahi olmaya falan gerek yok. azıcık üstünde düşünmek yeterli olacaktır zaten. sadece bu yazıda birazcık detaya iniyoruz.

    örneğin uzaydayken ağlayamazsınız. hayır ağlarsınız tabii, ama ağladığınızda bütün gözyaşlarınız yüzünüze yapışıp kalır. aşağı doğru akamazlar.
    şöyle

    uzayda saç sakal traşı olamazsınız. çünkü olduğunuzda kıllar oraya buraya uçup dururlar. aynı şekilde tırnaklarınızı da kesemezsiniz. bu iş için vakumlu ortamlar var. etrafta uçuşan kıl tüy meseleleriniz için de onları bir arada tutan kremler.
    mesela

    uzayda dişlerinizi fırçaladıktan sonra macundan asla kurtulamazsınız. nereye tükürebilirsiniz ki zaten? tek yapabileceğiniz şey tüm macunu yutmak.

    uzayda ekmek de yiyemezsiniz. daha doğrusu somun ekmek yiyemezsiniz. astronotlar lavaş yiyorlar mesela. somunun kırıntılarıyla başa çıkmanız mümkün değil zaten. niye türkler uzaya çıkamadı sanıyorsunuz?
    misal

    (bkz: ekmek yemeyince karnı doymayan türk)

    uzaydaki tatlılar da genelde puding ya da supangle* formunda. böylece dağılmayı rahatça önlemiş oluyorsunuz.
    böyle

    son olarak, uzayda ıslak bezi de sıkamazsınız. neden mi?

  • böyle düşünen insanlara gaz vereceğini düşündüğüm bir yazıyı izninizle paylaşmak isterim.

    --- spoiler ---

    amerikalı bir iş adamı meksika’nın küçük bir kıyı kasabasında iskeleye oturmuş denizi seyretmektedir. bu sırada bir balıkçı teknesi kıyıya yaklaşır. teknenin içinde bir balıkçı ile birkaç tane de ton balığı vardır. amerikalı, balıkların kalitesini övükten sonra bu balıkları tutmanın ne kadar sürdüğünü sorar.
    meksikalı “çok az sürdü.” diye yanıtlar.
    bunun üzerine amerikalı “o zaman niçin denizde daha uzun kalıp daha fazla balık tutmuyorsun? ” diye sorar. “peki geriye kalan zamanda ne yapıyorsun?” diye sorularını sürdürür.
    balıkçı ailesinin ihtiyacı kadar balık tuttuğunu anlatmaya çalışır.
    amerikalı sormaya devam eder “peki geriye kalan zamanlarda ne yapıyorsun?”
    balıkçı yanıtlar:
    -geç yatarım. çocuklarımla oynarım. karım maria ile öğle uykusuna yatarım. her akşam kasabanın merkezine inerim. dostlarımla şarap içerim. biraz gitar çalarım. dolu ve meşgul bir hayatım var bayım.
    amerikalı balıkçıyı alaylı bir tavırla süzdükten sonra konuşmaya başlar. ”harvard’dan derecem var. sana yardımda bulunabilirim. bunun için balık tutmaya zaman ayırmalısın. kazandıklarınla daha büyük bir tekne almalısın. bu büyük tekneyle kazanacağın paralarla, daha başka tekneler alabilirsin. böylece bir balıkçı filosu kurabilirsin.”
    balıkçının dikkatle dinlediğini gören amerikalı konuşmasını tam gaz sürdürür.
    “tuttuğun balıkları bir aracıya satacağına doğrudan onları işleyenlere satarsın. sonunda kendi fabrikanı açarsın sonra da bu küçük kasabadan ayrılır önce mexico city’e ardından los angeles’e oradan da new york’a taşınıp kendine ait bir firma açıp onun başına geçersin.”
    balıkçı sorar “peki bayım tüm bunlar ne kadar sürede olur?”
    “15 veya 20 yıl.” diye yanıtlar amerikalı.
    balıkçı sorar “sonra ne olacak bayım?”
    amerikalı gülerek konuşmaya başlar “hikayenin en güzel kısmı da bu ya.” der ve konuşmasını sürdürür “zamanı geldiğinde şirket hisselerini halka satar, milyon dolarların olur. çok zengin olursun.”
    balıkçı “sonra ne olacak bayım?” dedikten sonra amerikalı yanıtlar “sonra emekli olursun. geç yatacağın, akşamları bir şarap evinde, dostlarınla şarap yudumlayacağın, gitar çalacağın, küçük bir sahil kasabasına taşınırsın.”
    --- spoiler ---

  • cevre haftasi sayesinde pek garip gozukmekle beraber bir yapi kimyasallari sirketinin paylastigi guzel bilgiler de olabilir kimi zaman:
    1. 40 kişinin bir saatte havaya verdiği karbondioksiti yetişkin bir çam ağacı 1 saatte oksijene dönüştürür.
    2. 1 hektar çam ormanı havadaki 36.4 ton tozu süzer.
    3. 1 hektar çam ormanı yılda 30 ton oksijen üretir.
    4. yetişkin bir kayın ağacı kökleriyle 10 ton su tutabilir.
    5. ağaçlar yağmurların yeryüzüne direk inmesini, akıp gitmesini önler, yağmur sularını havzada tutarak korurlar.
    6. 250 m. genişliğinde orman, gürültüyü % 50 azaltır.
    7. ormanların ayrıca suyu düzenleme, toprağı koruma, iklimi etkileme, doğayı koruma ve güzelleştirme gibi çok önemli hizmetleri vardır.

  • hasan ali yücel'in hatıralarını okurken öğrenilen bilgidir.

    yücel'in milli eğitim bakanı olduğu sıralarda bir dilbilimci onu ziyaret edip gün isimlerinin türkçe olmadığını bunları değiştirmek gerektiğini söylemiş.

    pazar, pazartesi, çarşamba, perşembe kelimelerinin farsça;

    cuma ve cumartesinin arapça;

    salının türkçe,

    olduğunu söylemiş ve bu durumu yüz kızartıcı bulduğunu ifade etmiş.
    bakan yücel' e teklif ettiği kelimeler ise şunlarmış;

    pazar - gezgün

    pazartesi - ongun

    salı - işgün

    çarşamba - güçgün

    perşembe - koşgün

    cuma - yorgun

    cumartesi - bitgün

    ne diyeyim iyi ki kabul edilmemiş.*

  • kurallara uymanın enayilik, kural tanımadan iş görmenin uyanıklık ve meziyet olarak görüldüğü ortadoğu bataklığında bir ülke.

    2 aile düşünün 90larda bir şehire geliyorlar, birisi boş bulduğu araziye yasak olduğunu bile bile gecekondusunu dikiyor, diğer aile aman kurallara uyalım diyip bütçesine göre kiraya cıkıyor.
    ilk aile bir kaç yıl sonra seçimler öncesinde verilen sözler ile çöktüğü arazisine tapusunu alıyor. diğer aile maaşının yarısını ev sahibine vermekle meşgul kıt kanaat geçiniyorlar.

    ilk aile gecekondunun sokağa bakan kısmına kendi dükkanını açıyor, diğer aile 8-5 iş bulup her gün işe gidiyor. ilk ailenin beyan ettiği toplam yıllık vergi 8-5 çalışanların nerdeyse bir aylık verdiği vergiyle aynı miktar oluyor.
    ilk aile o küçük vergisini de ödemiyor, hatta hiç birşey ödemiyor. ve sonunda devlet baba af çıkartıyor. vergi borçları daha maaşını almadan kesilen enayi ailelerden paralar toplanıyor zaten.

    birkaç yıl sonra ilk ailenin kaçak evleri yerine kentsel dönüşüm adı altında rezidans yapılıyor ve burada bir kaç daireleri oluyor. diğer kurallara saygılı enayiler de hala kirada oturuyor... *

    ve bugün oluyor bu ailelerin çocukları olmuş, üniversiteyi kazanıp öğrenim kredisi almışlar. sonrası malum zaten. "enayi misin amk niye ödüyorsun?!"

    evet durum ne yazık ki böyle: devlete para ödeyen herkes enayidir!

    vergi borcun mu var? ödeme! nasıl olsa af çıkar, yapılanma çıkar, bir şey çıkar... enayiler ödesin :)

  • böylesine yolculukta kılınan namazın adı 'şov namazı'dır. farz bile denilmez.
    çok istiyorsa, oturduğu yerden kılsın da, diğer yolcuların hakkına girmesin.

    edit: biz de biliyoruz lan farz olduğunu. tee bilmem nerden van'a giderken hem öğle hem akşam namazımı kılayım demek tamamen bencilliktir.
    3 dk molaymış pehh. mescite git-gel zaten 5-6 dk tutar. bir de üstüne en az 2 rekat namaz kılacaksın. minimum 12-13 dk falan.
    ee ben de budistim, kenarda 10 dk durdurup meditasyon yapacam. var mı iznin? eminim, kafir, zındık diye basbas bağırırsın.